Ustaların Ahval-i (14)

Yerli üretimin öncü savunucusu: Elektronik Ustası Sadi Canpolat

 

Yerli üretimin öncü savunucusu: Elektronik Ustası Sadi Canpolat

Edirne’de elektrik-elektronik denilince akla gelen isimlerden biri olan 2014 yılında da Ahi seçilen Emekli Astsubay Sadi Canpolat ile bu hafta ilim ve bilim üzerine konuştuk. Kendisi asker ocağında yaşadığı iyi-kötü anıları sayesinde aldığı ilimi, haberleşme görevi sebebiyle de aldığı bilim dersleri sonucunda bu günlere nasıl geldiğini anlatarak aslında bir yerde de tarih dersi verdi. Elektronik ustası Sadi Canpolat’ın yerli üretimin üzerine titremesinin ve Ahi seçilmesindeki sebepleri hazırladığım röportajda okuyabilirsiniz. 1986 senesinden bugüne Edirne’de esnaflık yapan Canpolat; “İyi bir vatandaş olmadan iyi bir esnaf olamazsın” diyerek hem iyi bir vatandaş olmanın hem de iyi bir esnaf olabilmenin inceliklerini anlattı.

Kendinizi tanıtır mısınız?

“1940 Edirne Uzunköprü doğumluyum. 5 kardeşiz 4 erkek bir kız. Babam o dönem fırıncıydı. Eğitimimi çok değerli ilkokul öğretmenlerimden aldım. İnsan olmanın değerlerini öğreten öğretmenlerdi. Çok şey öğrettiler bizlere o dönem. İlkokul, ortaokul tahsilimi Uzunköprü’de gördüm.”

Mesleğe nasıl başladınız?

“ Ben astsubay emeklisiyim. Görevim icabı asker ocağında öğrendim her şeyi.”

Neden asker olmak istediniz?

“ Ortaokulu bitirirken arkadaşlarımla “Çanakkale Aşılmaz” diye bir film izledim. O filmde siyah bir atından üzerinde bir süvari gördüm. Çok hoşuma gitti ve etkilendim. Meğer o süvari de astsubaymış ve Uzunköprülüymüş. Okul bitti herkes birbirine gelecekte ne olacağını soruyordu. Dönemin koşullarında Uzunköprü’de lise yoktu ve lise okuyan çok az kişi vardı. Ben de bir kâğıda astsubay çizgilerini çizdim ve ben bunu olacağım dedim. Sonra Kore’ye giden bir Arif abimiz vardı ve süvariydi. Atını bana veriyordu bakımını yapayım dedi. Babama saygı duyan bir insandı. Astsubay olmak istediğimi duyunca beni sınavlara hazırladı ve sınavlara girdim. Önce İstanbul’a oradan da Mersin 3.Hazırlama Okulu’nu kazandım. Şu gün orada olun diye mektup geldi ama zaman yoktu. Uçakla gitmem gerekiyordu. İstanbul’a gittim trenle. Yeşilköy’deki havalimanına gittim tabii biletim yok. Bilet sordum. Bilet kalmadı dediler. Geri dönemezdim ideallerim vardı çok üzüldüm.  Gişe memuruna ısrarla gitmem gerektiğini bileti mutlaka bulmam gerektiğini söyledim. Uçağın kalkmasına 5 dakika kala anons yapacağım gelmeyen olursa seni gönderirim dedi. Bekledim anons yaptı ve bir yolcu geldi birazdan gelip uçağa bineceğim dedi gişe memuru da bana işaret etti uçağa geç diye öylelikle biletimi aldım uçağa bindim. Geri dönemezdim bilime doğru yola çıkıp memleketimize hayırlı işler yapacaktım. 17 yaşındaydım askerlik maceram öyle başladı.”

Yola çıkarken cebinizde paranız var mıydı?

“Paran var mı diyenlere hep param var dedim ama olmadığı zamanlar da oldu. Fakat yine de kimseden ne parasız bir şey almayı kabul ettim ne de para vermek isteyenlerden o parayı alabildim.”

Biraz askerlik döneminden bahsedelim. Süvari olmayı hayal etmiştiniz ama bugün elektronik üzerine uzmansınız. Nasıl bir geçiş oldu?

“Bizlere sınav sonrası askeri kıyafet verdiler ama ben sağa dönüyorum, postal sola dönüyor ayak numara uymuyor. Güzel günlerdi. Arkadaşlarımızın ailesi onları bırakıp giderken çok kişi vazgeçti asker olmaktan ailesinden kopamadı. Ama biz tektik. Arkadaşım Hikmet’in babası Ramazan amca yanımızdaydı. Ramazan amca elini öpeceğiz ve arkamıza dönüp gideceğiz sen de git kimse arkana bakmasın yoksa gidemeyiz dedim. Ayrılmak gerçekten zor oluyor tabi yaşlarımız da küçük. Geri dönemezdim babamı fırıncılıktan annemi yayıkçılıktan kardeşlerimin de geleceklerini kurtaracaktım. Böylelikle askeri okula girmiş olduk. Tatile gittik döndük görevimiz belli olacaktı. Bana foto filmcilik görevi düşmüştü. Bir yüzbaşımız vardı onun yanına gittim. Foto filmci olmak istemediğimi söyledim. Ben telempürümer olacağım dedim. Sürüneceğimi söyledi. ‘Olsun, ben sürüneyim’ dedim. Yarın gelmemi söyledi. Yarın oldu gittim ‘düşündün mü’ dedi. ‘Düşündüm fotoğrafçılık isteseydim Uzunköprü’de Foto Niyazi’nin yanına girer çalışırdım. Ben telempürümer olacağım’ dedim. O sene telempürümer kalktı telli telsiz devre kontrol branşı çıktı. 1 yıl 62’lerin öğrenci bölük komutanlığında eğitimci olarak kaldım. Sonra kuralar çekildi 62’de. İkinci Kolordu Muhabere Taburu ’nu çektim Gelibolu. Oraya katıldım. 64 Kıbrıs Olayları’na kadar oradaydım. Daha sonra Erzurum’a 1965 tayinen gittim. Üçüncü Ordu Muhabere Taburu’na katılmış oldum. Gelibolu’daki ilk tabur komutanım da Erzurum’daydı. 1967’ye kadar orada çalıştım. 1967 sonunda Siirt 20.Zırhlı Süvari Tugayı’ndaki bizden evvel tayinen giden rütbelilerden bir mektup geldi. “Sadi’ciğim noldu tayinin buraya çıktı ama hala gelmedin” diye bir mektup gönderdi ama tayinden benim haberim yoktu. Mektubu sordum tabur komutanına. Ordu Haber Muhabere Başkanlığı’na geçmişti. Sordum yok diyorlar. Orduda kripto subayı vardı. Ona sordum baktı tayin mektubumun sümende durduğunu söyledi. “Üzerine kalsın orası da şark burası da şark Sadi burada kalsın” yazmışlar. Yeni kurulan insana muhtaç bir birlik var orada. Avni Engin Tabur Komutanı gelmişti İtalya’dan. O’na gideceğimi söyledim bana “sen deli misin orada direk boyu kar var” dedi. “Direk boyu kar olsun madem orada personel ihtiyacı var oraya gideceğim” dedim. Paşa da her gün beni soruyormuş. Yeni kurulan birlik toplama birlikmiş. Tayinimin doğruluğunu öğrenince Siirt e mektup yazıp mevcut cihazlarında eksik parçaları sordum. Gelen mektup sonucunda Erzurum’dan bir hurç malzeme toplayıp öyle Siirt’e yola çıktım. Birliğe katıldım. İzinim vardı ama nerede kullanacaktım orada bir oda verdiler bize.”

Yokluğun ortasında varlık yaratmaya doğru yapılan bir yolculuk…

“Her görev yerimden çok güzel anılarla ayrıldım ama orada yokluk içerisinde sistemi var etmeye çalışmak daha da mutluluk verici bir şeydi. Dönüş senem geldi. İçime Ankara’ya gideceğim doğdu. O dönem İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma cihazların bile tamirini yaptık. Kullanılır duruma getirdik o cihazları. Depoda çürümesin diye tamir edip kullandık. 1 seneliğine Siirt’e gitmiştim.  Bando Bölük Komutanı “Kripto gitti bugün Urfa’da kalman için” dedi. Sonra üsteğmen söyledi benim orada kalmam için kripto çekmişler. Sonra görevdeyken Turgay Başkanının beni çağırdığı ve paşanın beni acil beklediğini söylediler. Genelkurmay Başkanı’ndan; “Aşağıda belirtilen personel kurslar başladığından acil gönderilmesi gerekiyor” diye mesaj gelmiş. Muhabere Okulu’na gittim. Ankara’ya. Bayrak Garnizonu ’na geldim. Bayrak Üniversitesi’ymiş. Türkiye Cumhuriyeti’nin önde gelen isimlerinin toplandığı ilim bilim derslerinin olduğu bir yerdi benim için.”

“Hi,mumy how is going?”

“Trabzon Boztepe’deki Amerikalıların bıraktığı sonrada da İngilizlerin mevzileri olan yerlere de gittim. Görevim telli ve telsiz haberleşmesini sağlamak sistemi kontrol edip arızaları gidermekti. Orada kursa gittiğim zaman haberleşmeleri Antrak üzerinde yapıyoruz o da Amerikalıların İkinci Dünya Savaşı’nda, NATO’nun geri kalmış ülkelere verdiği haberleşme istemleriydi. Orada paralı yedek subaylar toplanıyor kurs görürken haberleşme sistemlerinden “Hi,mumy how is going?”cümleleri kurarak,anneleriyle görüşüp hatır soruyor, bizi hor görüyorlardı. Ben de orada kahroluyordum. Bizi hor görüyorlardı çok onuruma dokundu. Amerikalılardan fabrikadan sivil mühendis gönderdiler.O mühendisten trunstile kursu (elektronik telli telsiz vinç sistemleri kursu) aldım. İki kelime İngilizce biliyorsak, adamcağız o iki kelimeyle bize sistemi anlatmaya çalışıyordu. Ondan iyi eğitim aldık. Diğerleri bize hayvan yerine koyarak bakıyorlardı. O dönem annem hastaydı ben de memleketime gitmek istedim. Siirt’te eksik cihazlar vardı bir gittim ana depoda öğrencilerimden birisi vardı. Ondan cihazları aldım Urfa’ya gönderdim. Bayrak’ta 10 sene kaldım. Askerlikte 28 yıl 8 ay hizmetim var. Annem hastaydı ve kardeşlerim hepsi uzakta memur oldular. Ankara’da kalmayı hedeflemiştim. Elektronik hocamız vardı TRT sınavlarına girmişti ben de girdim. Naklen yayına tayinim çıkmıştı. Paşaya gittim ve kazandığımı çağırıldığımı söyledim. Paşa ayağını salladı ve “Sadi Amerikalılar ne dedi? Türkler yürütemez demedi mi?” dedi. “Komutanım 5 kişi var biliyorlar sistem kendi kendine gidiyor zaten” dedim. “Olmaz, beraber gideceğiz” dedi. O paşa tayin oldu başka bir paşa geldi. “Çöpü yere atmayan çocuklar benim çocuklarımdır” diyen bir paşaydı yerden çöp toplar bizzat örnek olurdu. Fetih Tansu Paşa geçerken bütün çocuklar onu karşılamaya çıkardı.”

Bu kadar fedakârlık… Sonrasında nasıl emekli oldunuz?

“1978 senesinde Kıbrıs Havayolları kuruluyordu eleman istemişler beni alıp götürdüler. Basit basit mülakat yapıp maaşımı sordular iki kat fazlası maaş teklif ettiler. Ankara’ya döndüm Servet Paşa’ya söyledim. “Sen oturarak çalışamazsın” dedi ve o da olmadı. Emekli olan arkadaşlarım Ankara’da TV tamircisi vs. açtılar. Hafta sonları onlara yardım ettim. Tayinimi bir türlü vermediler. Memleketime gitmek istedim. Annem için özellikle gitmek istiyordum. Sonra nihayetinde 11.Elektronik Birliği’ne tayinim çıktı. Günüm dolduğu zaman dilekçemi verdim emekli olacaktım. Bu sefer 1980 darbesi oldu. Ankara’dayım ‘acele birliğine dön’ diye telgraf geldi. 80 darbesi bitti emeklilikler kapandı. 1981 senesinde açıldı ve emeklilik dilekçemi sonunda verdim. Ve emekli oldum.”

Askerlikten sonra esnaflığa geçiş nasıl oldu?

“Esnaflığı beceremem çünkü birilerinden para alamazdım. Yerli ürünlerin arkasında duracağım yabancı ve Amerikan mallarını kullandırtmayacağım diye ah ettim. Emekli oldum iş yeri açmak için Edirne’de dükkân arıyordum ama yoktu. Benim hedefim telsiz montajlarıydı. Telsiz sinyallerini çekecek ve araçlara telsiz montajı yapabileceğim bir yer arıyordum. 1986 senesinde bir iş yeri buldum. Bu arada bazı fabrika yetkilileri elektronik mühendisi olarak beni çağırdı. Cuma günleri geceleri o şirketin cihazlarının periyodik bakım yaptım. Dükkânın açılışında TV parçaları ve gerekli onarım malzemeleri aldım, televizyon tamiri, radyo tamiri, elektronik cihazların onarımına başladım.”

Para alamamışsınız peki ilk kazandığınız parayı nasıl istediniz müşteriden?

“ En sonunda iş yeri tamir edilecek televizyon ve videokaset çalarla doldu, köylerden bile gönderiyorlardı. Yalnız bir gün bir arkadaşın yanına malzeme almaya gitmişten 15 yaşlarında bir çocuk iş yeri sahibinden bir şey istedi ve iş yeri sahibi ona bağırdı, çocuk da sara nöbeti geçirdi. Güneydoğu’da görevdeyken sara nöbeti geçiren çok asker gördüm. Hastalarının neden bayıldığını vs. çok araştırdım, gözlemlemiştim. Kolonya dökülmemesi gerektiğini soğuk su tutulması gerektiğini de öğrenmiştim. Çocuğu ayılttım. “Neden düşüyorsun” dedim. “Saat istiyorum ama bana bağırdı almıyor” dedi. Aldım çocuğu eve götürdüm öksüz bir çocukmuş. “Sen düşmezsen ben sana saat alacağım ama düşersen saati kolundan alırlar” dedim. Eski İstanbul Caddesi’nde camcılar vardı oradan çağırdılar beni. Para alamıyorum ya “Allah’ım bugün çıkan ilk işten para alıp çocuğa saat alacağım” dedim kendi kendime. Elektrik süpürgesi tamir etmem için getirdiler. Yüzüm kızararak “Vallahi bin liranı alırım” dedim makinayı yaptım. Bin beş yüz liraya çocuğa o saati aldım verdim. İlk paramı böylelikle aldım.”

‘Ne verirsen ver’ demek esnafın namussuzluğu

“Esnaflar arasında maddiyatı ön planda tutan da oldu iş yerini açarken ‘istemez kazandıkça verirsin’ diyenler de oldu. Elektrikçiler, camcılar ‘kazan öyle ver’ dediler. Dükkânı 1986 senesi şubatın birinci günü açtık. Ama dükkânda da para alamıyorum. ‘Ne verirsen ver’ demek esnafın namussuzluğu onu da diyemiyorum işi yapıp teslim edip ‘istemez’ diyorum. Polis Parkı’nın karşısındaydı yerimiz. Dükkânı telsiz üzerine açtık. Telsiz yapıyoruz vs. telsizlerin de kuralları var parmaklık yaptıralım dedik. Oradaki esnaf komşular gelip ‘hayırdır kuyumcu mu açacaksın’ dediler. Hayır, ‘telsiz bakımı yapacağım, telsizlerin kaybolmaması gerekir’ dedim. Ya giren buraya giren battı dediler. O dönem araç teyplerinin montajını yapan yoktu burada. Müşteriler çoğalmaya başladı. Televizyon, radyo, teyp, telsiz hepsini yapmaya başladık. Artık para almaya başladım ama hala da fiyatların üzerine komisyon koyamam, beceremem. Ben para alamıyorum zaten kuruluştaki amacımız Ahi Evran’ın kuralları gereği dürüst olmak lazım.”

Çırak yetiştirdiniz mi?

“Üniversiteden gelen stajyerleri yetiştirdim ve tabii askerlik dönemimdeki askerleri de sayarsak sayısızdır. Çoğu iyi firmalara yerleşti emekli olan bile oldu aralarında. Yanımda çalışan bütün insanlar benim evladımdır. Biz burada çalışırken bir aile oluyoruz. Elimde ne varsa paylaşmaya çalıştım, çalışıyorum. Herkese yardımcı olmaya çalıştım. Bir anne baba çocukları iyi bir işe yerleşip kurtulamazsa rahat ölemez düşüncesiyle memleketime dürüst insan yetiştirmeye özen gösterdim. Fakir ve istekli çocuklar başarılı oldular. Ve bugün hala kurumlarda işlerine devam ediyorlar bir kısmı da kendilerine iş yeri açarak örnek birer esnaf oldular. Bunların yanı sıra adam olmak istemeyenler de oldu ama onları da kurtarmak için çok çalıştık.”

Pandemi dönemini nasıl değerlendirirsiniz?

“Pandemi sürecinde esnaflar çok zor günler geçiriyor. Ama birçoğumuz bunun bilincinde değiliz. Hala gümbür gümbür harcamalar yapıyorlar. Dikkatli olmak önlem almak lazım. Paylaşmayı bilmek önemli. Burada bir üretim sefaberliği yaratmak gerekiyor. Mesela kuraklık var diyoruz ama senelerce yağmur suları çöpe gitti. Bu suları biriktirip önlem de almak gerekirdi zamanında. O çöpe giden yağmur sularına canım çok acıdı. Yağmur suyunun öneminin yeni anlaşılıyor olması beni üzdü. Çok yabancı memleketin insanlarıyla çalıştım ama benim memleketimin insanı kadar güzel insan dünyada yok. Tarıma, hayvancılığa çok önem verip üretimi ön planda tutmak gerekiyor. ‘Üretmeyen ülkelerin bağımsızlığı olmaz’ düşüncesi ile büyüdükçe ben demeden ve demeden sakın ola ki ben deme ben dedikçe benliğinden olursun düşüncesi ile hizmetime devam ettim.

Ahilik hakkında ne söylersiniz? 2014 yılında Ahi seçilmişsiniz.

“1771 yılında Ahi Evran’ın İran’da doğduktan sonra Azerbaycan’da ilk eğitimini almış. O dönem Osmanlıların bütün beyleri savaşta geride yaşlılar ve kadınlar kalıyor. Fakat alınan bütün yerler genele hep Bizans’a ait yerler. Yakın çağa kadar İstanbul’da Yahudi bir ortağın yoksa sana mal bile vermediği söyleniyordu. Biz yapılar olarak Türkler paylaşmayı severiz. Ahi Evran önce Kayseri’ye gelip orada çalışmalara başlıyor. Amacı Türk insanının zanaatkâr olmasını sağlamak. O zamanlar Türkler at koşumu, nalbantlık yapıyorlar. Bu arada da dini tasarrufu da ön planda tutuyorlar. O zamanlar Hacı Bektaş-i Veli, Hacı Bayram Efendi gibi bilim, ilim yaymakla görevli kişiler yetişiyor. Bu adamlar hem insanları harekete geçirmek hem de iş sahası yaratmak için Ahilik kuruluyor. Amacı iyi insan iyi zanaatkâr iyi esnaf yetiştirmek. İnsanın da tarifi var; insan eden, veren, hoş gören, bağışlayan Allah rızası için her şeyi yapabilendir. Ahiliğin de kuralı benim işim namusum diyerek zanaatkâr yetiştirmektir. Esnafın pabucu dama atıldı demek bir müşteriye yanlış yapan esnafın kötülenmesi sonucu esnaflıktan çıkarılarak başka yere göç etmek zorunda kalması anlamına geliyor. Ahilik bize de söylendiği zaman çok üzüldüm. Ben yapısal olarak ön planda olmayı sevmeyen biriyim. Ordudayken de verilen teşekkür belgelerine ben değil ekip yaptı derdim. Şimdi de öyle ben her şeyi yapamam ekip olarak yapabiliriz. Ahilik verildiği zaman kabul edemedim ama biz değil kurul seçti dediler. Çalış, eriş, paylaş anlayışına sahibiz. Biz esnaf değiliz esnaflık bilmeyiz biz zanaata soyunduk. Zanaatkârın kini ve yanlışı olmaz. Rakipten korkma onlar senin reklamını yapar ama kendinden kork, yanlış yapma. Müşteri kapıdan girdiği zaman bizim namusun başlar, işimiz namusumuzdur. Dürüst olmayan insanın esnaf olmaya hakkı yoktur. Ahilik de tam olarak bununla ilgilidir.”

dsc 0581 | Edirne Ahval GazetesiEsnaflara tavsiyeleriniz nelerdir?

“ Maddenin dışında sanat aşkı olacak ben bunu yaparım diyecek. ‘Yeni alma önce biz bunu tamir edelim ondan sonra olmazsa alırsın’ diyebilecek müşterisine. İyi bir vatandaş olmadan iyi bir esnaf olamazsın. Önce iyi bir vatandaş olacaksın.“Arkadan bakmadığın iş arkandan gelir prensip budur. Yaptığımız işi doğru ve olması gerektiği gibi yapmalıyız. Yanımdaki çalışan arkadaşlarıma hep bunu öğretmeye çalışıyorum. Yerli ürünlere değer veriyorum ve bunu tavsiye ediyorum diğer esnaflara kardeşlerime.Biz istersek birleşirsek zorlukları aşarız. Gençlerimize çok güveniyorum. Onlara fırsat verirsek memleketimize ve devletimize yararlı olup iz bırakacaklardır.”

Mesleğinizin zor kısmı nedir?

“Bizim mesleğimizde çok para kazanırsın ama açgözlü olmamak lazım. Kendinle savaşıyorsun. En zor kısmı belki budur. İçinden parça çalıyorlar bile diyorlar elektronikçiler için sırf bu yüzden o sebepten çok dikkat etmek lazım. Ben esnaflığı beceremiyorum diye ağladım ‘Allah’ım bana niye bunu nasip ettin’ diye. Yataktan çok düştüğüm oldu. Ama dedim ki ‘nefes alıyorsun kalk koşacaksın’. Her gün zarar etsem de işimin başına geçtim. Ne iş yaparsan yap tutkuyla ve istekle yapmak lazım ve dürüst olmak. Bizim meslekte yanlış yapmak çok kolay ama yedi sülalenin nefesinden çıkar. Zoru zor olarak kabul etmiyorum etmeyeceğim de. İşini seviyorsan üstesinden gelirsin.”

Son olarak ne söylemek istersiniz?

“Eğer nefesimi teslim edersem o gün bu çocukları boş bırakmamak için 1986 senesinden beri tazminatları hazır. Çok zorlandığım oldu kredi kullandım ama o kenardaki paraya dokunmadım. Hep o ödeyemezsem zorluğundan korktum. Ama şükürler olsun tazminatları kenarda hazır. Esnaf olurken korkum buydu. Hayatımda keşke demeyi sevmem esnaf olmasaydım demedim hayatım boyunca da zorlukları hep kendim önüme çıkardım. O da memleketime hizmet etmekti benim görevim onu da Allah bana nasip etti, devletime de hizmet ettim.”

Röportaj: Damla GÖÇ

199023 100165539995777 8009409 n | Edirne Ahval Gazetesi

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu