Günümüzün ‘Salgın’ Hastalığı: DİYABET

Yaşam tarzı seçimlerinin sıklıkla ön plana çıktığı bir dünyada ‘şeker hastalığı’ olarak da bilinen diyabet, yaygın bir sağlık sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Bulaşıcı bir hastalık olmamasına rağmen dünyamızda ve ülkemizde görülme sıklığı her geçen gün artmaktadır. Bu sıklık, ülkelere ve etnik kökene göre değişmekte olup çocuktan, yaşlıya bütün yaş gruplarını etkileyebilmektedir. Erken teşhis ile beraber hastalığın oluşumu engellenebilir ya da geciktirilebilir. Ancak gerekli önlemler alınmadığında ölümle bile sonuçlanabilecek olan bu hastalıkta teşhis konulduktan sonra tedaviyi aksatmamak oldukça önemlidir. Aksi halde, hastalığın durumuna göre yaşam kalitesinde oldukça önemli düşüşler görülmesi kaçınılmazdır.

Diyabet; pankreastan salgılanan, kan şekerinin düzenlenmesini sağlayan insülin hormonunun vücutta eksikliği veya yetersizliği sonucu oluşan kronik bir metabolizma hastalığıdır. Karbonhidrat, protein ve yağlardan yeterli miktarda yararlanılamaz ve durum, metabolizmada bozukluklara yol açar.

Genetik öykü, etnik köken, hipertansiyon ve kolesterol gibi hastalıkların varlığı, yetersiz fiziksel aktivite, yüksek kiloya sahip olan bireyler yüksek risk grubundadır.

Tanı kriterleri; Açlık kan şekerinin 126 mg/dl’ın üzerinde olması, üç aylık kan şekerinin (hbA1C) %6,4’den yüksek olması, günün herhangi bir saatinde ölçülen şekerin 200 mg/dl’nin üzerinde olmasıdır. Bu durumlardan bir veya daha fazlasının varlığı ile diyabet teşhisi konulmaktadır.

Tip 1, tip 2, gestasyonel diyabet ve diğer spesifik tipler olmak üzere dört grupta sınıflandırılabilmektedir. Tip 1, mutlak insülin yetersizliği ile karakterize olup en çok ilkokul çağında veya ergenlik dönemlerinde görülmektedir. Stresin varlığı bu hastalığın görülmesini tetikleyebilir. Hastalar genelde zayıf görünümdedir. Tip 2 diyabet ise sinsi bir hastalık olup, genelde kilolu yetişkin bireylerde daha sık görülebilmektedir. Hücrelerdeki reseptörler insülin hormonuna karşı direnç gösterirler ve insülin hücre içine yeterli miktarda giremez. Buna bağlı olarak kanda insülin fazlalığı (hiperinsülinemi) oluşmaktadır. İlerleyici olan bu hastalık dikkat edilmezse vücutta komplikasyonlara yol açabilir. Gestasyonel diyabet ise, gebelerde ikinci ve üçüncü trimesterde ortaya çıkmaktadır. Bebeğin yüksek kiloda doğmasına, preeklampsi gibi hastalıkların oluşumuna sebebiyet verebilir. Anne adayları gebelik sırasında oldukça dikkatli olmalıdırlar.

Diyabeti önlemek ve tedavi etmek için ilaçlar kadar önemli olan unsur hiç şüphesiz beslenmedir. Yüksek kilo ve abdominal bölgenin ( karın bölgesi) yağlanması hastalığın seyrini artıracaktır. Her bireyin kendi ideal kilogramında ve vücut yağ oranında olması elzemdir.

Bunun için de, rafine şeker, şerbetli tatlılar,bazı şekeri hızlı yükseltecek olan besinleri günlük diyet listemizden çıkarmamız gerekmektedir. Meyvelerden kavun, karpuz, üzüm, incir, muz ve kuru meyveler şeker içeriği yüksek besinlerdir ve kan şekerini hızlı yükseltmektedir. Aynı şekilde patates, bezelye ve havuç gibi sebzeler; şehriye, pirinç, beyaz un ve beyaz ekmek gibi besinlere de dikkat edilmelidir. Günlük diyette kesinlikle lif tüketimine özen gösterilmelidir. Ana öğünlerde çiğ sebzelerin tüketimi hastalığın etkisini azaltacaktır. Aynı zamanda yüksek lifli diyetler kalp hastalıklarından da kurtulmaya yol açmaktadır. Şeker hastalığı; yüksek kötü kolesterol, düşük iyi kolesterol seviyeleri ve yüksektansiyon ile doğrudan bağlantılıdır. Özellikle tip 2 diyabet hastalarında obezite riskiyle beraber bu üç hastalıkta eşlikçidir. Bu sebeple lifi beslenmemizden eksik etmemeliyiz. Bunların haricinde ara öğünlerde tüketilen meyveleri yağlı tohum ya da süt ürünleriyle dengelemek kan şekerimizi dengede tutacaktır. Günlük fiziksel aktivite kesinlikle artırılmalıdır. Çok değil sadece bunlara dikkat etmek bile önemli ölçüde sağlımızı olumlu yönde etkileyecektir. 

Diyabetle mücadelede eğitim önemli bir rol oynamaktadır. Bireylerin, hastalığın temellerini anlamaktan daha sağlıklı seçimler yapmayı öğrenmeye kadar, sağlıklarının kontrolünü ele almalarını sağlayacak bilgilere erişmeleri gerekiyor. Halk sağlığı girişimleri, okul programları ve toplumsal yardım çabalarının tümü, farkındalığın artırılmasına ve diyabet yönetimine yönelik proaktif bir yaklaşımın desteklenmesine katkıda bulunabilir.

Yaşam tarzı değişikliklerini, eğitimi ve toplumsal desteği içeren kapsamlı bir strateji esastır. Bütünsel bir sağlık kültürünü teşvik ederek, yalnızca diyabeti daha etkili bir şekilde yönetmekle kalmıyoruz, aynı zamanda gelecek nesiller için daha sağlıklı bir gelecek yaratabiliyoruz. Bu sebeple diyabeti yalnızca tıbbi bir durum olarak değil, daha bilgili ve destekleyici bir toplum için bir eylem çağrısı olarak görmenin zamanı geldi.

Diyetisyen Gülin ALTUNEdirne Özel Ekol Hastanesi

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu