Beş dakika daha

Aklı, düşünme yeteneğiyle tüm canlı varlıkların en gelişmişi saydığımız insan, düşünmesi gereken konuları, enine boyuna ölçüp biçmesi gereken davranışları nasıl oluyor da erteliyor? 

Hepimiz zaman zaman bir şeyleri erteliyoruz. Yapmak istediklerimizi, yapmakta zorlanacağımız işleri hatta yapmak zorunda olduklarımızı. Başka bir zamana bırakarak, öteleyerek bir sorumluluğu geçici olarak üzerimizden atarken aslında tembellik etmiyoruz. Aksine işe başlamadan önce oturduğumuz masayı düzenlemek, kitaplığın tozunu alacakken kitap okumak, önemli bir e-posta atacakken gelen mailleri okumak, bir konuyu araştırırken kendimizi alakasız bir sitenin sayfasında bulmak. Önemli şeyleri yapmadan evvel daha az önemli işleri yapıyoruz. Böylece önemsiz işlere öncelik vererek kendimizi rahatlatıyor, eğer varsa heyecan veyahut endişe seviyemizi dengelemeye çalışıyoruz.

Sabahları saatin alarmı çaldığında erteleme tuşuna basıp uyumaya devam ediyor musunuz? Gece erken saatte yatağa girmişsiniz, uykunuzu almışsınız, işe ayaklarınız geri geri de gitmiyor, depresyona da girmediniz. Neden hala erteliyoruz? Genlerimizdeki bir yazılım hatası mı var? Vahşi doğadaki atalarımızın topladığı bir kucak yabani bitkiye güvenip ava çıkmadığı günler oluyor muydu? Yoksa son yıllarda kendi eksenindeki dönüş hızını artıran Dünya’ya biyolojik saatlerimiz tepki mi veriyor?

İnsanoğlu, bir işi dört dörtlük yapamayacağını düşündüğü zamanlarda da ertelemeye sık sık başvuruyor. “Ya istediğim gibi olmazsa, ya beğenmezlerse, başlasam da bitirmeyeceğim” diyerek en iyisini yapamayacağımız korkusuyla hiç bir şey yapmıyoruz. Son ödeme günü olan borçlar, faturalar, teslim tarihi belirlenmiş ödevler, yazılar, saati belli kararlar, son günleri bulunan sözler var ki hani “ohoo daha bir hafta var” dediğimiz o bir asır gibi gelen zaman dilimi göz açıp kapayıncaya kadar geçince onları da en iyi ihtimalle son dakikada nihayetine erdiriyoruz.

İnsanların başına, ertelemenin sanıldığı kadar olumsuz bir davranış olmadığı durumlarda geliyor. Ertelenen bir alarm işe geç kalmış bir şekilde giderken karışmamızın olası olduğu bir trafik kazasının yanından geçirtiriyir. Tozunu alamadığımız kitaplıktan yere düşen bir kitabın içinden kaybettiğimiz bir fotoğrafı bulduruyor. Çalışmaya başlamadan düzenlenen bir masa bir kahve fincanının önemli evrakların üzerine dökülmesine engel oluyor. Yanıt vermek için beklettiğimiz bir teklifi ertelerken karşımıza alternatif teklifler çıkıyor. Bir şiiri bir yazıyı rafa kaldırmak daha yaratıcı ilhamlarla geri geliyor.

Her insan erteleyici değildir. Doğuştan tez canlılar ve yaşıyla “Bugünün işini yarına bırakma” sözünü tecrübe etmiş insanlar da var aramızda. Bu tip insanlar için ise başlamak bitirmenin yarısıdır. Tam şu anda sistematik bir erteleyici olarak ileriki günlerde, haftalarda hatta aylarda yapmam gereken işleri aklının bir köşesine oradan bir deftere not almış biri olduğumu itiraf etmeliyim ki benim gibi erteleyici okuyucular, hazır bu konuyu kaleme almışken ertelemeye son vermelerine yardımcı olacak bir yöntemi paylaşmadığım için sitemde bulunmasınlar. Ben bu konu hakkında yazı yazmayı kaç zamandır erteliyordum bir bilseniz. Savunmak için söylemiyorum ama bazılarımız son dakikada kısıtlı zamanın yaratıcılığından mı risk almayı sevdiklerinden mi bilmem daha güzel daha başarılı işler çıkarıyor öyle ki aylar öncesinden planlı programlı çalışan insanlara fark atıyor. Ertelemekten vazgeçmenin yollarını aramayı bırakıp, sistematik bir erteleyici olduğunu kabul edenlere selam olsun!

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu