Terör mü, Medeniyetler Çatışması mı?

 

        Yeni Zelanda’nın Chirstchurch şehrinde 15 Mart 2019 tarihinde Nur Camisi ile Lindwood camilerinde Cuma namazı kılan Müslümanların üzerine makineli tüfeklerle ateş edilmezi üzerine 50 Müslüman şehit edilmiştir. Aralarında çocukların ve yaşlıların da bulunduğu bu katliam, haklı olarak başta ülkemiz olmak üzere, Batı’ya doğru gittikçe dozu azalmakla beraber, büyük bir tepki görmüştür. Nur Camisi’ndeki katliamı gerçekleştiren 28 yaşındaki Avusturalya vatandaşı Brenton Tarrant’ın bu eylemi, Türk basınında genellikle masum Müslümanlara karşı Batılı bir Hristiyan teröristin eylemi olarak görüldü, kınandı ve bu vahşice işlenmiş cinayetlerin Batılı ülkelerce de kınanması, protesto edilmesi istendi, beklendi. Daha da ileri gidilerek Batılı siyaset ve devlet adamlarının birkaç sene önce Paris’te Charlie Hebdo vahşetine gösterdikleri tepkiye benzer yolda bir tepki göstererek yürüyüş ve miting düzenlemeleri bile beklendi.

Bu ham hayali kuranlar bekleyedursunlar biz olaya biraz daha yakından bakmaya çalışalım. Her şeyden önce olayın adını doğru koymalıyız. Bu bir terör olayı mıdır, yoksa medeniyetler çatışmasının bir parçası mıdır? Uzmanların üzerinde birleştikleri tam bir tanım olmamakla beraber, biz terörü burada kabaca şöyle anlayabiliriz: Yıldırma, cana, mala kıyma ve korkutma yollarıyla bir düşünceyi, bir ideolojiyi başkalarına benimsetme eylemidir. Bu olaya bu açıdan baktığımızda onu basit bir terör olayından ayıran somut verilerin bulunduğunu görürüz.  O verilerin başında katilin yayımladığı The Great Replacement başlıklı bildiri gelir. Bu bildiriye şöyle yüzeysel bir bakış bile bu katliamın arka planında bir ekibin, bir tarih yorumunun, bir kültür ve medeniyet algısının bulunduğunu gösterir.

        Görünüşte katil, eyleminin ilham kaynaklarını açıklıyor: Endülüs Emevi Müslümanlarının İspanya’nın içlerine doğru ilerlerken 732’de kanlı bir şekilde Tours Savaşı’nda durdurulduklarını hatırlıyor. 1389’da Kosova’da Miloş Obliç adlı bir Sırp’ın zehirli bir hançeri Osmanlı Sultanı 1. Murat’ın sırtına saplayarak şehit edişini, 1683 tarihinde yine Osmanlıların Avrupa’da ilerleyişlerini durdurdukları Viyana Savaşını gözlerinin önüne getiriyor. Muhtemelen bu savaştan sonra Batıda Osmanlılara karşı Avusturya, Lehistan, Malta, Venedik ve Rusya’nın katılımıyla kurulan Kutsal İttifak’ı hatırlıyor. 1992 – 1995 yılları arasında yaşanan Bosna Savaşı’nın, daha sonra mahkeme kararıyla suçlu olduğu tescillenen, azılı katili Radovan Karadzıç ve benzerlerinin adlarını silahına kazıyor. Türklerin İstanbul Boğazı’nın doğu kıyılarında oturmalarını, batı kıyılarına geçmemelerini istiyor. Şayet geçerlerse İstanbul’u basıp cami kubbelerini ve minarelerini yıkacaklarından dem vuruyor!..

        Bir terörist eylemi için bütün bu tarih, kültür ve medeniyet arka planı fazla bir hazırlık değil midir? 

        Kim ne derse desin, aldırmıyor ve bu bildirinin önce üniversitelerimizdeki sosyal bilimci, tarihçi, siyasetçi, devlet adamı ve din adamlarımız tarafından didik didik edilerek çözümlenmesinin uygun olacağını düşünüyorum.

Teröristin bildirisinin arka planındaki tarih, kültür ve medeniyet vurgusu, bana yine Batılı bir sosyal bilimci teorisyen olan Amerikalı Samuel P. Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması mı?” tezini hatırlattı. Bu sosyal bilimci, 1993 yılında yayınlanan ve bütün dünyada yankılar uyandıran ünlü makalesinde geleceğin savaşlarının kültür ve medeniyetler savaşları olacağını iddia etmişti:

        “Ülkeler arasındaki asıl büyük bölünmeler ve sürtüşme biçimi kültürel düzlemde karşımıza çıkacak. Yeni dünyada, millî devletler, dünya politikasının en güçlü ve belirgin aktörleri olmaya devam edecek, medeniyetler arasındaki savaşlar, önümüzdeki yıllarda küresel politikalara hâkim olacak. Bu medeniyetler arasındaki ayırım çizgileri, gelecekteki savaş alanlarını belirleyecek ve yönlendirecektir”.  

        Yeni Zelanda katilinin İstanbul’a gelip kültür ve medeniyet eserleri olan cami kubbeleri ile minareleri yıkacaklarından dem vurması, ünlü sosyal bilimcinin tezlerinin bir teröristin ağzıyla sanki devam ettirilmesi gibi geldi bana.

        Asıl noktaya geliyorum. Bu olaylar, Batı’da gittikçe yükselmekte olduğu iddia edilen İslam karşıtlığı eylemler karşısında biz nasıl bir tepki göstermeliyiz? Ülkemizin ve dünya Müslümanlarının Yeni Zelanda’dakine benzer olaylara maruz kaldıklarında şimdiye kadar gösterdiğimiz en yaygın tepki yöntemi, kınama, protesto, yürüyüş, miting ve buralarda yaptığımız “hamasî” konuşmalar yöntemidir. Bu sefer daha da ileri giderek Yeni Zelanda’daki katliamı Avrupalıların da, bize acıyarak, kınamalarını istedik!..

Artık bu tavrı bırakmalıyız. Kanaatime göre iki tepki göstermemiz uygun olur:

İleri düzeyde bilim ve teknoloji üretmek: Yarından tezi yok Türkiye’deki bütün vakıf, dernek, parti ve devlet, sahip oldukları bütçenin yüzde ellisini, ileri düzeyde bilim ve teknoloji üretecek kurumlara ve alanlara yatırmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı, okuma yazma değil, olağanüstü ölçekte bilim ve teknoloji üretme seferberliği başlatmalıdır.
Birlik ve beraberliğimizi pekiştirmek: Yine yarından tezi yok, hukuk, siyaset, devlet ve din adamlarımız ile sanatkârlarımız, bu topraklarda yaşayan insanlarımızı, ortak değerlerimizi öne çıkararak birleşmeye, kardeş olmaya davet etmelidirler. Bu büyük görevde sanat ve estetiğin etkileyici gücünden yararlanılmalıdır. İçerde bu birlik sımsıkı bağlarla sağlandıktan sonra, diğer Türk devletlerini ve İslam ülkelerini de, zamanla, içine alacak şekilde genişletmenin yolları aranmalıdır.

        Bu büyük birleşik gücün asıl amacı, ilerde çıkması muhtemel bir medeniyetler çatışmasına katılmak değil, Müslümanların güvenlik ve huzurunu sağlamak olmalıdır.   

   

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu