Sessiz Gemi

Bir sevda yaşanacaksa böyle yaşanmalı… Nazım Hikmet’i ve Yahya Kemal Beyatlı’yı bilmeyen yoktur. Şiirlerini daha okul sıralarında öğrendiğimiz şairlerin yaşamları da kendileri gibi sınırları aşıyor.

Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım dönemin önemli ressamlarından olduğunu biliyordum ama aşka aşık bir kadın olup yaşadığı aşktan dolayı nelere katlandığını bilmiyordum. Çeşitli kaynaklardan öğrendiğim bu hikayeyi  sizlerede yazmak istedim. Yahya Kemal Beyatlı ile yaşanan sır gibi bir aşk ve  şairin dizelerine yerleşen  bir sevda…

Bu yazıyı okuyunca  ‘Sessiz  Gemi’ şiirinin nasıl yazıldığını ve nasıl büyük bir aşkı anlattığını öğreneceksiniz.

Demek ki aşk her dönemde sancı, her dönemde bir ızdırap ama ne olursa olsun yaşanacak kadar güçlü bir duygu….Nazım Hikmet’in annesiyle Yahya Kemal arasındaki aşkı fark ettiği an…

”’Hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destan olmuş bir hanımefendiydi… İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı…

1900 yılında bu dillere destan güzellik, Osmanlı’nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi… Türk şiirinin dünya çapındaki en önemli ismi olan Nazım Hikmet de bu beraberlikten doğacaktı… 1916 yılına  gelindiğinde Celile Hanım‘la eşi Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı…

***

O günlerde Yahya Kemal, Bahriye’de okuyan genç Nazım Hikmet’in şiir hocası olarak evlerine gelip gitmeye başlamıştı… Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’la, Yahya Kemal arasında filizlenen aşk kısa bir süre sonra Celile Hanım’ın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı…

Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarının arasına gizlenen aşk başlıyordu…

Bu büyük aşkın aktörleri sadece Celile Hanım ve ünlü şair Yahya Kemal değildi… Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Celile’nin yeğeni Oktay Rıfat’ın, yani Türk şiir dünyasının bütün ustalarının bir tarafından dahil oldukları bir aşktı o…

Heybeliada’da okuyan genç Bahriyeli Nazım, hafta sonları okuldan çıkar annesinin yanına gelirdi… Yahya Kemal o günlerde genç birer Bahriyeli olan Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ın bulunduğu öğrenci grubuna şiir dersleri verirdi… Yahya Kemal hafta sonları “Genç Nazım Hikmet’e Türkçe ile şiir dersleri” verirken, İstanbul’un en güzel kadınlarından olan, ressam Celile Hanım’la yakınlaştı…

Nazım’a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile Yahya Kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başlamışlardı… Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nazım’ın ve Necip Fazıl’ın öğrencisi olduğu Bahriye mektebinde duyuldu… Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gelmedi… Geldiğinde karşısına öğrencisi Necip Fazıl çıkacaktı…Hocası olan Yahya Kemal’e şöyle dedi:

“Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk… Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim…” Hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum bir Deniz Harp Okulu öğrencisi Bahriyeli için kabul edilmez bir davranıştı…

Necip Fazıl “Bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden” sözleri nedeniyle “Kodes” adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderildi okulda…  Ne ki bu Fransızcayı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı genç kadın Celile ile Yahya Kemal’in aşkı gücünden bir şey kaybetmiyordu…

Olayı genç Nazım Hikmet de fark etmişti… Necip Fazıl’dan sonra bir gün Yahya Kemal’in siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı… Kâğıtta Yahya Kemal’e hitaben şöyle yazıyordu:

“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz…”

Bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu… Bir süre Celile Hanım’ın evine gelmedi… Genç Nazım’la karşılaşmaktan çekindi… Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbul’un kulaktan kulağa dedikodusunu yaptığı bir aşka “evet” demişti…

Artık evlenmek istiyordu… Yahya Kemal bir taraftan Celile Hanımı deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu evliliğe yanaşmıyordu…

Aşkını dile getirdiği satırlar inanılmazdı:

“1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum… Bu kadın yazın adada otururdu… Ben de orada idim… Deli divane olmuştum… Sonbahar ’da Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a inerdi…  1916 Sonbaharı’nda yine İstanbul’a iniyordu…

Ben müthiş mustariptim… Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar…

O gidinceye kadar Ada dopdolu idi… Gider gitmez benim için boşalıverirdi… Tam o günlerde Berlin Büyükelçisi Hakkı Paşa İstanbul’a dönecek lafı çıktı… Hakkı Paşa, Celile’nin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbul’a geldiğinde geceler düzenler, İstanbul’un bütün güzel kadınlarını çağırırdı… Celile de oralara gidecek diye içim burkuluyordu… Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim… Gitmeyeceğine yemin etmişti…

Bir gece Ada Oteli’nde otururken, yandaki iki kişinin ‘Berlin Büyükelçisi Hakkı Paşa bu gece davet veriyor… İstanbul’daki bütün güzel kadınlar davetli’ lafını ettiklerini duydum…

Müthiş bir acıyla yerimden kalktım… İskeleye doğru gittim… Son vapur çoktan kalkmıştı…

Sert bir lodos esiyordu… Deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla Maltepe’ye geçmeye karar verdim… Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı… Çok para verince biri ikna oldu… Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı… Denizde çalkalanıp duruyorduk… Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı… Neredeyse tekne batmak üzereydi… Ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve bir an önce orada olmak istiyordum… Sırılsıklam Maltepe’ye gelebildik…

Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım… Yoktu… Bunun üzerine Maltepe’den Bostancı’ya yürümeye karar verdim… Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım… Maltepe-Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar fark etmemiştim…”

“Kan ter içinde Bostancı’ya geldim… Vakit hayli geçti… Karakola gittim. ‘Bana bir araba bulunuz hastam var’ dedim… Aradılar taradılar birini buldular… Arabayla yola koyuldum…

Kadıköy, oradan Üsküdar… Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı!.. Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi’ diye sordum?

Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi, ‘Ne diyorsun diye bağırdım?’ Eve kaçta geldiğini araştırttım… Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım…  Adam çarnaçar çıktı. Hizmetçisine sormuş uyuyor! demiş… Geldi haber verdi… Sanki dünyalar benim oldu… Apartmanın karşısında bir meyhane vardı. Orada sabaha kadar içtim… Sabahleyin, doğru eve çıktım… Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı… Sarmaş-dolaş olduk…”

Yahya Kemal deli gibi aşıktı, ama evlenmekten hayatı boyunca korkmuştu…

Belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç Nazım Hikmet’ten ve etraf ne der diye?..

O günlerde Celile Hanım, Yahya Kemal’e bir mektup yazdı, şöyle diyordu:

“Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim… Gelmedin mahzun oldum…

Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi…

Çok çok göreceğim geldi… Beni niye aramadın… Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi… Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum… Evimiz için çalışıyorum…”

Hiçbir zaman o evlilik olmadı…

Yahya Kemal hep kaçtı o evlilikten ve beraberlikten…

Uzun yıllar geçti bu olayın üzerinden… Nazım Hikmet büyük bir şair olmuştu… Sosyalistti…

Dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu… Celile artık yaşlanmıştı…

O güzelliğinden eser kalmamış üstüne üstlük gözleri görmüyordu. Kör olmuştu…

Oğlunun hapislerden kurtulması için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlamıştı o görmeyen gözleriyle anne yüreği işte… Tuhaf bir rastlantı sonucu, Celile açlık grevi yaparken, Yahya Kemal Galata Köprüsü’nden geçiyordu… Büyük aşkını gördü… Ama yanına gitmedi…

Bir zamanlar “Hocam olarak girdiğin eve babam olarak girmeni istemiyorum” diyen genç Nazım Hikmet’in kurtulması için kör gözlerle açlık grevi yapan Celile’ye destek imzasını vermedi… Hızla uzaklaştı oradan…

Yahya Kemal öldüğü zaman evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı… Şöyle yazıyordu: “Bu zarfın içindekiler, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci garında gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir… Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim…”

Celile muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Paris’e giderken, Sirkeci Garı’nda vermişti Yahya Kemal’e göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği…

Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’si “hep ölüme yazılmış bir şiir olarak” bilinir…

Oysa demir alıp bu limandan kalkan gemi ve “Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol” dizeleri Yahya Kemal’in hayatındaki en büyük aşkı olan Celile’sinin Ada’dan gemiyle İstanbul’a uzaklaşışı esnasında yaşadığı çaresizliği anlatır… Ölümdür elbette Sessiz Gemi’nin konusu… Ama bir büyük aşkın ölümüdür ve Celile’nin ardından ada da bakakalan Yahya Kemal’in ölümüdür belki de…

***

SESSİZ GEMİ

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan…

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan…

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol…

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol…

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli…

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli…

Biçare gönüller!.. Ne giden son gemidir bu…

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu…

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler…

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler…

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden…

Birçok seneler geçti dönen yok seferinden

***

Bu Pazar ‘’Babalar Günü’’ rahmetli babam sayesinde tanıştığım şiirler, şairler ve kitaplar böyle bir yazı ile anmak istedim.  Kısaca hayatımdaki her şeyde senin imzan var canım babam. Rabbim vefat eden babalarımıza rahmet eylesin ve hayatta ki tüm babalara sağlık mutluluk versin.

Babalar Gününüz kutlu olsun…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu