Keşke

Her şey akılcı, bilimsel, sevgiyi esas alan, empatiyi önemseyen iyi bir eğitimle başlar. Eğitimin bazı ilkeleri hiç değiştirilmeden olmazsa olmazlar listesine alınsa. Mesela okullarda “Gönül Dili” zorunlu ders olarak okutulsa. İletişim kurmanın önemi üzerinde durulsa. Kendini ifade etmenin incelikleri öğretilse. Ailenin ve aile olmanın güzelliği ve aynı zamanda olmazsa olmazları bu eğitimin içinde güzel bir anlayışla öncelikle şu andaki yetişkinlere, sonra da geleceğin yetişkinleri olan çocuklarımıza bıktırmadan, incitmeden sevgiyle aktarılabilse.

Geçen gün ilgimi çeken bazı haberlere denk geldim. Eşine “Çirkin karı!” diyen adam tazminat ödemeye mahkûm edilmiş. Geçen yıllarda da eşine “Sen adam mısın?” diyen kadın mahkûm edilmişti. Güzel kararlar ama keşke iş buraya kadar gelmeden hallolsa ya… Mesela adamlar bankadaki kadın çalışanın yanında kibarlaştığı kadar eşlerine de aynı inceliği taşısa. Müşteri hizmetlerindeki kadın ile konuştukları incelikle, eşlerine karşı da hitap edebilse. Sosyal medyada taktıkları maskeler aslında gerçek yüzleri olsa. Dışarıda gösterdikleri beyefendiliklerini evde hiç kaybetmeseler…

Mesela; Kadınlar saatlerce süslenip çıktıkları gezmelerde olduğu gibi evlerinde de bakımlı olsa. Çarşıda pazarda nasıl kibarlarsa, eşlerine de aynı özenli dili kullansa. O kokular başkaları için değil, eşleri için sıkılsa. Misafire kurulan özenli sofralar, aileler için de hazırlansa. Kol kırılıp yen içinde kalmadan, o kolu güçlü tutabilsek… Ama maalesef bazen işler saçma sapan bir hale kadar gelebiliyor işte. Çünkü kişiler haklı olmaya çalıştıkları kadar mutlu olmak için çabalamıyorlar. Haklı olmak o kadar önemli ki bizim için, mutlu olmanın konforunu çoğunlukla ıskalıyoruz.

Sanki ömür boyu birileri ile rekabet içinde olmak zorundaymışız ya da hep haklı olmamız gerekiyormuş gibi. Aslında hayatın akışı içerisinde bazı insanlarla bazen rekabet etmek zorunda kalabiliriz, ama bu karşımıza çıkan bütün insanların rakibimiz olmadığı gerçeğini asla değiştirmez ve değiştirmemeli de. Ya da bir tartışmada hep haklı çıkmak zorunda da değiliz.

Bir yerlerde öyle büyük yanlışlar yapılıyor ki, hep gerginlik, hep rekabet insanların enerjisini tüketiyor ve geriye garip insan formları ortaya çıkıyor. Çünkü evlilik başlarken, eşlerin yakınlarının yaptıkları anti motivasyonla kişiler çoğu zaman hayat arkadaşlarını rakip takımın kalecisi, yenmesi gereken yarışın rakip finalisti ya da düşman askeri gibi görebiliyorlar.

Ayrıca yanlarına da yedek kuvvet alma ihtiyacını da göz ardı etmiyorlar. O kadar yüz göz olunuyor ki, kimse kimse için bir şey yapmayı önemsemiyor ve değerli bulmuyor günün sonunda. Bazen boşa koyuyorsun dolmuyor, doluya koyuyorsun almıyor. Evlilik dediğimiz şeyin içi boşalmış güzel bir hediye sepeti, zorunluluk birlikteliği olduğunu fark ediyorsun zamanla. Gönülden göçüp gidiyorsun da sevdiğin kişi bohçanın son düğümünü atıyormuş gibi çaresiz ve bıkmış hissediyorsun.

Hiçbir şey için çabalamak istemiyorsun ve adı “çocuklar için” olduğu iddia edilen bir şirket ortaklığına dönüşüyor. Oysa işler buraya gelmeden önce, karısının kilosuna kafayı takmış adam, “Hayvan gibi olmuşsun!” demek yerine bir öneri ile gelse. Hatta ona merhamet ile bakıp gülüşünü sevse, anneliğinden öpse, merhametinden kucaklasa. Kocasının sorumsuz olduğunu düşünen kadın, “Bir işi de düzgün yap!” demeden önce bunun başka çaresini bulsa. Onu farklı konularda onure etmeyi denese. Babacanlığını veya evcimenliğini övse. Bulamıyorsa binlerce başka güzel huyu başka güzel becerisi için eşine teşekkür etse.

Evlilik neyin ortaklığı gerçekten karar verilse, verilebilse mesela. Ama keşke işte.

Ebeveynler olarak çocuklarımıza kırıcı ve yıkıcı yanımızdan önce sevgi, saygı ve merhameti yaşatabilsek keşke. Ama haklı olmak o kadar önemli ki, bazılarımız mutluluğun kalbinin tam ortasından vurmaktan hiç çekinmiyoruz, iyi mi!…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu