Eğitimimiz Nereye?..

Ülkemizde geçen hafta sonu yapılan yerel seçimler, uzun süreden beri haklı olarak gündemi meşgul etmiştir. Hem siyasetçiler, hem basın organlarımız, bu seçimlere içerdiğinden daha fazla anlamlar yüklemiş ve dikkatlerin uzun süre siyaset ve ekonomik konular üzerinde odaklanmasına sebep olmuşlardır.

Seçimlerin sonuçları üzerinde siyaset bilimcilerimiz, sosyologlarımız ve iletişim uzmanlarımız kuşkusuz ayrıntılı olarak duracak ve bu sonuçların ülkemizin geleceğine dair getirilerini veya götürülerini ayrıntılı olarak önümüzdeki günlerde gözlerimizin önüne sereceklerdir. Ayrıntılı bir değerlendirme ve çözümlemeyi uzmanlarına bırakarak, biz burada iki noktaya dikkatleri çekmekle yetineceğiz.

Birincisi, Ankara, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere ülkemizin ekonomisinin yanında bilim ve kültür merkezleri de olan büyük şehirlerin, resmi olmayan sonuçlara göre, Ak Parti’den Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetimine, geçmiş olmasıdır. Umarım önümüzdeki dönemde bu merkezlerde uygulanacak büyük sanat ve kültür programlarının dar ve halktan kopuk bir sanat anlayışı yerine, bütün ülkeyi ve insanımızı kucaklayıcı sanat ve estetik özelliği olan yerli ve millî programlara yer verilir.

İkincisi, ülkemizde hala ırkçılık anlayışına göre oy veren insanların bulunmasıdır. Siyaset, içinde yaşadığımız şehir, bölge ve ülkemize hizmet etmek alanıdır. Belediye başkanı, o şehre hizmet etmesi için seçilir. Çöpleri toplamak, sokakları, meydanları temiz tutmak, ağaçlandırmak, temiz su getirmek, ulaşımı kolaylaştırmak, hayvan barınakları yapmak, şehirde canlı bir sanat ve kültür ortamı oluşturmak, kısacası içinde yaşamaktan güven ve huzur duyulan bir şehir meydana getirmek belediye başkanının başlıca hizmet alanlarıdır. Vatandaştan bu hizmetleri yerine getiren yönetici veya siyasetçiye oy vermesi beklenir. Buna göre oy hizmete verilir. Hizmete verilen oy birleştiricidir. Bu açıdan baktığımızda Diyarbakır, Van, Mardin ve Hakkâri… de oylar, hizmete değil, Kürtçülüğe verilmiştir. Bu yol, ayrıştırıcı ve bölücüdür. Bölge halkının bundan sonraki seçimlerde sağduyusuna uyarak bizi birleşmeye götüren yolda oy kullanacağını ve hizmete oy vereceğini bekleyelim.

Aylardan beri kafamızı meşgul eden bütün bu siyaset ve seçim dalgaları arasında asıl konumuzu, eğitim sistemimizi ele almayı hep ihmal ettik, ediyoruz. Hâlbuki bir düşünsek, eğitimde yapacağımız güzel bir düzenleme, durgun suya atılan bir taşın meydana getireceği dalgalar gibi, toplumun diğer alanlarına, ekonomi, hukuk ve siyaset alanlarına da yayılır ve oralarda da bir düzen ve güzellik meydana getirir. Kaldı ki son olay, eğitim sistemimizin artık uyarı zillerini çalmaya başladığını gösteren çarpıcı bir örnektir.       

Gebze Atatürk Lisesi’nde görev yapan Müdür Başyardımcısı Necmettin Kuyucu’nun, öğrencisi tarafından bıçaklanarak öldürülmesi, eğitim sisteminin en önemli unsuru olan öğretmene uygulanan şiddetin boyutunu gösteren düşündürücü bir olaydır. Bu olay, sadece eğitimcilerimizi değil, siyasetçilerimizi, devlet adamlarımızı, bilim adamlarımızı ve din adamlarımızı da ilgilendirmesi gereken ibretlik bir olaydır. Köklü bir eğitim tarihi ve geleneğimiz vardır. Bu gelenekte bilim ve öğretmen, baş tacı edilmiştir. “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” cümlesi, bu anlayışı özetleyen bir cümledir. Hangi hatayı yaptık da bu anlayıştan, öğretmenine bıçakla saldıracak nesiller yetiştirecek kadar uzaklaştık… Hem de bir eğitim kurumu olan okulun müdür yardımcısının odasında.

Okumak, düşünmek, yazmak, öğretmek gibi eğitim eylemleri, her şeyden önce sakin ve huzurlu ortamlar ister. Öğretmen, okuduğu kitap, düşündüğü konu, yazdığı eser üzerinde odaklanmak zorundadır. İyi ve başarılı üretimler, ancak bu yolla ortaya çıkar. Öğretmene uygulanan şiddet haberleri arasında bu odaklanma mümkün müdür? Öğretmenin hayatını tedirgin etmekle, ülkemizin geleceğini tedirgin ettiğimizin ve tehlikeye attığımızın artık farkına varmak zamanı gelmiştir.   

Eğitimde öğretimin gerçekleştiği sınıfta canlı bir unsur olan öğretmenin yerini, hiçbir cansız bina, program, kitap, görsel ve işitsel teknolojik malzeme tutamaz. Bunlar öğretimi çekici bir duruma getirebilir, bu sebeple bir ölçüde kolaylaştırabilir; ama hiçbiri, tekrar edelim, öğretmenin yerine geçemez. Bunun sebebi, öğretmenin sınıfta öğrencilerine bilgi aktarırken, ses tonu, vurgusu ve davranışıyla ona bir duygu, bir ruh katabilme gücüne sahip olmasıdır; öğretime, “eğitim”i katabilmesidir. Bundan dolayı, “bir okul ancak içindeki öğretmenler kadar iyidir” denilebilir.

Öğretmenleri sınıflarında öldürülen ülkede eğitim mi kalır?.. Eğitimi kalmayan bir ülkede aylarca seçim mi konuşulur?.. Konuşulsa bile kime faydası olur?..

Milletçe toparlanmalıyız. Eğitimimizi sürüklenmekte olduğu girdaptan kurtarmaya öğretmenlerimizin güvenliğini sağlamak ve itibarını derhal yükseltmekle başlamamız en uygun yoldur.         

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu