7 ülke

Türkiye’de en çok tüketilen ve özellikle erkeklerin daha çok içmeyi tercih ettiği çorba çeşidi desem, “kırmızı mercimek çorbası” yanıtını birçoğumuzun söylediğini duyar gibiyim. Benim çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımda yani 1980’lerde Türkiye mercimek üretiminde fazla verdi. O dönemlerde televizyona (sadece TRT kanalı vardı.) Türkiye’nin ilk diyetisyen profesörü rahmetli Ayşe Baysal (Mercimek Anne) çıkar, mercimek tüketiminin insan sağlığına olumlu etkilerini sürekli anlatır ve mercimekle yapılan onlarca yemek tarifi verirdi. Hatta “mercimek kırmızı et ile eş değer besinler içermektedir” diye de vurgulamayı ihmal etmezdi. Bütün bu propaganda fazla üretilen mercimeğin iç piyasada tüketilip depolarda kalmaması için yapılırdı. Çünkü ülkemiz adeta tahıl ambarı gibiydi. Çok bereketliydi, toprağa bir verdiğinde sana en az doksan dokuz veriyordu. İşte biz bu bolluk sürecini yaşarken Kanada’da mercimek yoktu.

Şimdi ülkemizle Kanada’nın ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz. Çünkü iki ülkenin arası uçak yolculuğu yaptığınız takdirde on üç(13) saat sürüyor, yani oldukça uzak. Kanada’da 1972 yılında üniversitelerinde üretim merkezi kurdular ve mercimek araştırmalarına başladılar, hatta ürün çeşitliliği için Türkiye’den mercimek örneği aldılar. Sonra ne mi oldu; maalesef şimdi mercimek ithalatımızın yüzde 80’ini Kanada’dan yapıyoruz. Ayrıca Kanada tahıl ihracatında da dünyanın en önemli ülkelerinden biri haline geldi. Türkiye ise birçok tahıl ürününü başka ülkelerden ithal ediyor. Ne oldu bize? Biz ilköğretim çağındayken “dünyanın kendi kendine yeten 7 ülkesinden biriyiz.” diye öğretilirdi sosyal bilgiler derslerinde. Biz de bununla haklı olarak övünür, mutlu olurduk çocuk kalbimizle. Yol boylarında, köylümüzün bol bol ürettiği, mis gibi Türkiye kokan ürünlerin satıldığı seyyar pazarlar kurulurdu. Orada satılan alınteri ile üretilmiş sebze meyvelerde harika lezzet vardı, tat vardı.

Köylümüz pazarlarda kendi yaptığı tarhanaları, erişteleri, salçaları, gün kurularını, turşuları, pekmezleri, reçelleri, köy ekmeklerini ve envai çeşit ürünleri satardı. Şimdi şehirden köye ekmek, sebze, meyve, yumurta, peynir ve tüm yemeklik ürünler gidiyor. Tarımsal emek olarak daha az güçle daha çok gelir kazanmak pek mümkün görünmüyor.

Üretim azaldı, üretmeden hep tüketiyoruz. Köylerdeki gençler, şehre asgari ücretle bir iş bulmak umuduyla pılıyı pırtıyı toplayıp çoktan göçüp gittiler. İnsanlar daha rahat bir hayat sürmenin hayaliyle böyle bir tercihte bulundular. Köyde büyükler yani elli yaş ve üzeri kaldı sadece. Üretmeden tüketmeye alıştık. Böylece kaçınılmaz sonuç olarak, kalabalıklaşan nüfusu doyurmak için ithalat kapıları sonuna kadar açıldı.

Bugün tarım ürünleri ithalatına milyarlarca dolar ödeniyor. Oysa bu para ülkemizde, üreticilerimizde kalabilir. Böyle stratejik öneme sahip ve uğruna savaşlar çıkan bir sektörde, tüm paydaşların katılımıyla üretim seferberliği başlatılabilir. Köye dönüş ve tarımsal üretim çeşitli teşviklerle özendirilip cazip hale getirilebilir. Böylece küresel bir sıkıntı olduğunda başka ülkelere muhtaç olmadan kendi insanımızın karnı, üreticilerimizin de cebi doyar.

Tekrar kendi kendine yeten dünyanın yedi(7) ülkesinden biri olmamız dileğiyle, sevgiyle kalın…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu